Derleyen: Betül Topaklı / Milliyet.com.tr – Her şey 1960 yılının bir pazar sabahında İngiltere’nin Surrey kentinde yaşayan elektrik mühendisi David Latimer’in bir zamanlar içinde sülfürik asit bulunan 38 litrelik bir cam damacanayı yıkayıp içini kompostla doldurmasıyla başladı. Tek bir örümcek otu fidesini biraz suyla damacanın dibine yerleştiren David, sonrasında mantar bir tıpayla kapattı. Devamında da bu cam kavanozu dolaylı biçimde güneş alan evindeki bir merdiven boşluğunun altına koydu. Yapraklarının eşit şekilde büyümesini istediği için damacanayı sık sık çevirdi. David yaptığı teraryumu aradan geçen 64 sene zarfında sadece bir defa suladı. Bu süre bitkiler büyümeye ve gelişmeye devam etti. Peki, hayatlarını devam ettirebilmeleri için mutlak suya ihtiyacı olan bitkiler nasıl yıllarca su eklenmeden yaşamayı başardı?
Bir kabın içine yerleştirilen bitkiler, toprak, taşlar ve diğer dekoratif öğelerle oluşturulan teraryumlar, içlerindeki bitkilerin fotosentez yaparak oksijen üretmeleri ve karbondioksit tüketmeleri gibi doğal süreçleri sürdürdükleri kapalı bir ekosistem sunuyor. İçinde bitkilerin veya küçük hayvanların yaşayabileceği bir ortamın tasarlandığı kapalı bir ekosistem olan teraryumlar, genellikle hobi ya da dekorasyon amaçlı olarak yapılıyor.
64 YILDA SADECE BİR BARDAK SU DÖKTÜ
Peki ama bu kapalı sistemdeki bitkileri kendi başlarına bırakırsanız ne olur? Bu sorunun cevabını bulmaya çalışan David’in yaptığı teraryum yani ‘bir deney’ olarak başlattığı bu ekosistem, o günden beri büyüyor ve büyümeye de devam ediyor. 1960 yılında oluşturduğu teraryumu aradan geçen 64 sene zarfında sadece bir defa suladı. 1972 senesinde kavanozun ağzını açtı, bir bardak su ekledi, sonrasında da bir daha kavanoza dokunmadı. Geçen sürede bitkiler büyümeye devam etti.
FARKINDA BİLE DEĞİLDİ, FOTOREKORA İMZA ATTI
Günümüzde emekli olan David, aslında farkında olmadan bir rekora da imza attı. Konuyla ilgili en büyük sıkıntı, vazo içindeki karbondioksit (CO2) miktarının fotosentezi sürdürmeye yetecek kadar olup olmadığıydı. Muhtemelen gelecekte bir gün bu bitkiler bir biçimde solacak. Ancak bunca zaman boyunca varlıklarını sürdürmeleri de önemli bir başarı göstergesi olarak görüldü ve bu deney David’in cam şişe içindeki mikrokozmosu olarak kayıtlara geçti.
Aslında David, dünyanın en eski teraryumu haline gelecek olan bir şeyi yapmayı planlamadı. Ortaya çıkan muhteşem sonucun fotoğrafını çekip etrafıyla paylaşana kadar da kimsenin bundan haberi olmadı. Bu, bitkilerin ne kadar devrim niteliğinde olduğunun ve şans verildiğinde nasıl hayatta kalabileceklerinin mükemmel bir örneği oldu. Aynı zamanda bize dünyamızın oluşumu hakkında da bazı ipuçları sundu.
BİTKİLER YILLARCA NASIL YAŞADI?
David’in yaptığı gibi kapalı bir teraryum, dünyada gördüğümüz üç temel döngüyü kopyaladığı için işe yarıyor. Bunlar; su döngüsü, oksijen döngüsü ve besin döngüsü biçiminde sıralanıyor. Öncelikle teraryumun kendi su döngüsü bulunuyor. Şişenin kapağı kapalı olduğu için su dışarı kaçamıyor. Bu durumda da su molekülleri içerde dolaşmaya devam ediyor.
TERLEMEYLE KAYBETTİKLERİ SUYU KULLANIYORLAR
Güneş doğduğu sürece gezegenimizin doğal döngüleri yaşamın sürmesini sağlayacak. Yani bitkiler terlemeyle kaybettikleri suyu bir su kaynağı gibi kullanıyor. Su bitkinin kökleri tarafından emiliyor ve daha sonra yapraklarından dışarı atılarak kabın kenarlarında yoğunlaşıyor. Sonrasında da camdan süzülerek bir kere daha toprağa ulaşıyor.
YAŞAM DÖNGÜSÜNE DAİR BASİT AMA ETKİLİ BİR ÖRNEK
Bitki aslında diğer tüm bitkilerin yaptığı şeyi yaparak hayata tutunuyor. Komposttaki aerobik bakteriler ölü bitki maddesini yiyerek bitkinin kullanması için daha besleyici toprak oluşturuyor. Bakteriler ayrıca bitkilerden salınan oksijeni de kullanarak bitkilerin fotosentez yapması için gerekli olan karbondioksite dönüştürüyorlar. Bu şekilde teraryum, gezegenimizdeki yaşamın kendisini nasıl sürdürdüğünü gösteren son derece basitleştirilmiş bir model görevi görüyor. Sonucunda ihtiyaç duyduğu güneş ışığını aldığı sürece yaşamak için bir biçimde kendi kendini sürdürmeye devam edecek.
Devrim niteliğindeki deney, günümüzde NASA’nın dünya dışı gezegenlerde yürüttüğü çalışmalara da ışık tutuyor. Gerekli yaşam alanını oluşturabilmek için bitki ekosistemlerinin gücünden faydalanılabileceği üzerinde duruluyor. Mars gibi gezegenler bu ekosistem modeliyle insanoğlu tarafından kolonileştirilebilir.